11 Kasım 2015 Çarşamba

Melih Cevdet Anday 100 Yaşında (1) : 'Müfettişler' (ADT)

 


Bir gemi gider yelkenli
Evim yuvam nerde benim

Devlet Tiyatroları, Melih Cevdet Anday'ın 1972'de kaleme aldığı 'Müfettişler' adlı oyunu, doğumunun 100. yılı vesilesiyle ilk kez (!) Ankara seyircisi ile buluşturuyor. Oyunun yöneteni Ankara Devlet Tiyatrosu dramaturglarından Servet Aybar. Müfettişler'i izlemek için Ankara'ya gelirken, Sahne Dergisi tarafından yapılan, Servet Aybar'ın da aralarında bulunduğu bir röportaj okudum. Röportaj temel olarak 'dramaturji' ve '3 Çınar (Melih Cevdet Anday, Haldun Taner, Aziz Nesin) 100 Yaşında' projesi ile ilgili idi. Dramaturjinin anlatıldığı bölümlerin fotoğrafını çekip internette paylaştığım esnada kıyamet koptu. Tepkiler genel ölçüde söylenenlerin 'sıradanlığı', 'anlayış eskiliği / eksikliği' ve 'yüzeyselliği' üzerine idi. Ben, bir oyunun oluşum sürecinde, dramaturjinin her zaman çok önemli bir yere sahip olduğuna inanırım. Tabii bu durum bazı yönetmenler için geçerli değil. Fakat bu sefer mesele farklı. Oyunun yöneteni zaten bir dramaturg. Bir nevi 'metin teftişcisi'. İşte benim merakım da burada başladı ve Müfettişler'i teftiş için Ankara'nın yolunu tuttum...

Melih Cevdet Anday'ın bilinen ve her daim sahnelenen iki oyunu var: 'Mikado'nun Çöpleri' ve 'İçerdekiler'. Bana göre bu iki oyunun sahnelenmesindeki baş etken, uzun oluşları. Bu yazıda, bahsi geçen iki oyun için bir şey söylemeyeceğim. Üzerinde durmak istediğim kısım Müfettişler ekseninde gelişen kısa metinler. Bu metinler (Dikkat Köpek Var, Ölüler Konuşmak İsterler, Müfettişler) daha ilk andan yani adlarıyla, okuyucunun / izleyicinin bir düşünce alanına dahil olmasını sağlamakta. Dikkat Köpek Var oyunundaki köpek, alışılagelmiş sistemin devamlılığı için uğraşan maske takmış insanları, Ölüler Konuşmak İsterler'deki ölüler, iletişim yoksunu vapur yolcularını, Müfettişler'deki teftişçiler ise komisyoncu ve alıcı kimliklerine bürünmüş, kendini ve karşısındakini sorgulayan bireyleri kast etmekte.

Sorgulama ve sorgulanma Melih Cevdet Anday metinlerinin kurgusunu oluşturmakla birlikte, karakterlerin 'şiirsel adalet'e ulaşmalarını sağlayan yegane yoldur. Örneğin, Dikkat Köpek Var adlı oyundaki Delikanlı, kapıda yazan 'dikkat köpek var' levhasından ötürü eve girip, sevdiği kıza kavuşamadığı için, çareyi levhayı ters çevirmekte bularak değişimin mümkün olabileceğini kanıtlamış ve bu şekilde adaleti sağlamıştır. Bu adaleti sağlarken, farkında olmadan diğer karakterleri de değiştirmiş ve onlar için de bir kurtuluş imkanı sunmuştur. Oyunun baş kahramanı olan Delikanlı hem sorgulayan hem de sorgulanandır. Anne ve Baba, 'köpek' korkusu olan Delikanlı'nın kızlarına layık olup olmadığını sorgularken, Delikanlı da, 'evin içini' sorgulamaktadır. Refah ancak her iki biçimin de uygulanmasıyla tamamlanır.  

Müfettişler oyunundaki yöntem de aynıdır. Evlerini satılığa çıkaran orta yaşlı bir çift, hem kendilerini hem de on gündür dışarıda onları bekleyen komisyoncu ile alıcıyı sorgular. Hayallerini kurdukları deniz kıyısındaki eve gidebilmeleri için değişimin gözle görülür olması gerekmektedir. Komisyoncu ile alıcının olaya dahil olmasıyla birlikte sorgulamanın ikinci boyutu doğar. Artık sadece kendilerini değil, başkalarının da onları sorgulamalarına bir başka deyişle kendilerini sorgulatmaya razı olmalıdırlar. Oyunda, sadece Adam'ın sorgulama yapılmasına izin verilmez. Kadın ise en başından beri hiçbir şeyi sorgulamamaya hazırdır. Öyleki, evi görmeye gelen müfettişlere, "evi satmak istediğimizi nereden öğrendiniz?" diye sorar ve "herhalde gazeteden" yanıtını verir. Daha sonra gazeteye ilan vermediğini hatırlayarak, "evi satacağımızı bilen biri vermiştir ilanı" diyerek durumu kendince çözer. Bu durumun sebebi, Kadın'ın, Müfettişler'den memnun olmasıdır. Çünkü Müfettişler evi satın aldığında, Kadın hayallerine kavuşacaktır. Öte yandan ise evini satmak istemez. İkilem de burada ortaya çıkar. Ev satılırsa, evin içindeki anılar da satılacaktır. Anılar bir insanın hem geçmişi hem de geleceğidir. Metinde, geçmişini unutan, geleceğini inşa edemez mantığı 'ev' ile sembolleştirilmiş bu yolla satılmak istenen ile taşınılmak istenen evler, geçmiş ile gelecek olarak bağdaştırılmıştır. Bu ikili sorgulama, bir bakıma anılar aracılığıyla kendini sorgulamadır.       

Müfettişler, Melih Cevdet'in belki de hayal ile gerçek arasında belirgin bir biçimde gidip geldiği tek metni. Buradaki hayal, deniz kıyısındaki eve ulaşabilmek. Gerçek ise satmaya çalıştıkları evin kendisi. Anday'ın metni bir çatışma üzerine kurulu. Adam'ın hafıza kaybı, gerçeklerden kaçışın bir göstergesi. Teftiş edilmekten korkması, geçmişinin deşileceğini bilmesi ile doğru orantılı. Evi satmak için öne sürdükleri, satın alacak kişinin 'iyi bir insan' olması şartı, özelinde geçmişlerine sahip çıkılacağının teminatı. Kadın'ın "hiç cenaze çıkmadı bu evden" sözü geçmişini silmek istemesinin bir kanıtı. Adam'ın intihar girişimi ve kalabalık korkusu Kadın'ın yukarıdaki sözü ile ilintili. 'Ölü çocuk' çiftin tek ortak tarafı. Bu yolla verilen 'satmama' kararı, adaleti kendi inançlarıyla sağladıklarının bir timsali. Satmama kararının altında yatan bir diğer faktör ise, Müfettişler'in dışarıda onları bekliyor oluşları. (Dışarıdaki tehlikedense, evin güvenliği yeğ) Tüm bunların özünde Melih Cevdet Anday'ın, 'deniz kıyısındaki ev' söylemiyle 'daha iyi bir dünya mümkün mü?' sorusuna yanıt araması, oyunun ana teması.   

Melih Cevdet Anday'ın oyunlarında kişi sayısı azdır ve karakterler şekilsel özelliklerine (Rozetli Genç, Posbıyık, Şişman Kadın, Yaşlı Adam) yahut cinsiyetlerine göre (Kadın, Erkek, Adam) isimlendirilirler. Kişi sayısı az olduğu için metinler genellikle diyalog bazlıdır. Mizansenlerin metin içerisindeki yoğunluğu göze çarpsa da, durumu izah edici bir nitelik taşımaktan öteye geçemezler. Metni doğuran diyaloglar, o metnin ilerlemesine destek olarak, dilin ve iletişimin önemini vurgular. Müfettişler oyunundaki 'anlaşamama' durumu, çiftin 'eylemsizliği' ile açıklanabilir. Kadın'ın "Hadi yat artık, uyu biraz." sözlerine karşı Adam'ın hemen uyuması, hem tek taraflı bir iletişimi hem de eyleme geçmeme halini doğrular. Gazetelerin okunduğu sahne de bu duruma bir örnektir. Kadın'ın sorduğu ile Adam'ın cevapladığı şeyler farklıdır. Ölüler Konuşmak İsterler'deki sorun da budur. Karakterler arasındaki iletişimsizlik önce yavaş yavaş vapura su aldırır, sonrasında ise vapur batar. Bu metindeki karakterler, Cenaze Memuru'nun direktiflerini (kurtuluş önerilerini) hiçe saydıkları için şiirsel adaleti sağlayamazlar. Müfettişler'deki paralellikler de bu oranda benzerdir. Gazetede yazan 'ikiz doğanlar' haberi, 'ikiz kılıklı' Müfettişler'e bir atıftır. Kadın'ın çiftleşen kedilere kızması ve çocuk bahçesinin evlerine uzak olduğunu belirtmesi, akabinde o gün gazetede doğanların az, ölenlerin çok olduğu haberinin zikredilmesi 'Ölü çocuk' temasının altını dolduran diğer unsurlardır.

Öncelikle 'altını doldurma' kavramını reji odaklı açmak niyetindeyim. Oyun grotesk bir biçimde sahneye konulmuş. Muhtemelen metinde var olan 'dışarıdan gelen tehlike', 'hayali ve eğlenceli durumlar' ve trajikle komiğin iç içe geçmesi, Servet Aybar'ın, oyunun biçimini grotesk olarak seçmesine etki etmiş. Fakat ben aynı fikirde değilim. Bana göre grotesk biçim Melih Cevdet Anday'ın şiirsel dilini yok etmiş. Grotesk reji elbette grotesk oyunculuğu da beraberinde getirmiş. Bu tip oyunculuğun beden dilini abartılı kullanarak, aynı zamanda duygu geçişini de sağlaması gerekir. Grotesk'in 'bedensel' hali, Melih Cevdet'in 'ruhsal' haline bence hiç uygun değil. Şiirsellik olmadığı için de duygu aktarımı son derece zayıf. Komisyoncu ve Müşteri'nin koreografisi, grotesk biçimden ötürü çok mekanik. 'İkiz' oluşlarının, hareketlerine yansıması aklımın alamayacağı bir sıradanlık. Metne bakıldığında, biri duvar dibinde oturuyor diğeri ise duvarın önünde ayakta. Yani yazar ikizlik durumunu sadece kıyafet bazında ele almakla sınırlamış. Bence de doğrusu o. Aksi halde altı dolu değil... 

Rejide gördüğüm diğer dokunuş metnin değiştirilmesi. Melih Cevdet'in metni umut vaad eden bir metin. Oysaki Servet Aybar rejili oyunun finali bu durumun zıttı. Umudun neden kesilip, oyun kişilerinin kaçınılmaz sona ulaştırıldığını anlamak çok güç. Metnin sonunda Adam uyuyor, Kadın ise pencereden bakmaya devam ediyor. Bir nevi 'oyun' başa sarılıp tekrar oynanıyor. Bu haliyle tekrara izin verilmesi olanaksız. Öte yandan 'ölü çocuk' olgusu fazla ön planda. Yukarıda evi hangi gerekçelerle satamadıklarını anlattım. Rejinin uygulaması, satışın gerçekleşmemesini tek ve belirli bir nedene indirgemiş. Metin birkaç katmandan oluşuyor. Sahnedeki ise tek kat. Yönetenin çizgisi beni çok şaşırttı. Finalde verilmeyen umut, oyunun başlarında Kadın'ın, perdeyi kendi isteği ile açmasıyla (halbuki metinde perdeyi kapatma isteği var) ayyuka çıkıyor. 'Korkma, yüzleş' mantığının bu metin için yanlış olduğu kanaatindeyim. Çünkü karakterlerin itiraf edici, korkak ve kaçak halleri, o mantığın devreye girmesine engel. Engeller yıkılabiliyorsa, teftişe lüzum yok demektir. Bir de Müfettişler'i evden kovma görevinin Kadın'dan alınıp, Adam'a verilmesi bazı durumları anlamsız kılmış. Adam'ın sorgulamayan tek kişi olduğunu söylemiştim. Metinde bir türlü bulunamayan anahtarın, sahnede koltuğun yanından çıkması, Kadın'ın söylemlerini ("anahtar bulunmadan evi satmam") haksız çıkarmış. Anahtarı sahnede görmemeyi yeğlerdim. Çiftin yaptığı 'komik' surat hareketleri, metindeki oyunsuluğu ve çocuksuluğu verebilmekten uzak. (Çok sık yineleniyor, azaltılır ise tesiri olabilir) Ek olarak paralel konuşma sahnesine bir çözüm bulunmalı. 

Anıların, bir projeksiyon yardımıyla evin penceresine yansıtılması, perdelerle sıkı sıkı kapalı olan pencere vurgusunu pekiştirmiş. Perde açıldığında (Müfettişler içeri girdiğinde) anıların da hatırlanması yerinde bir karar. Metinde geçen 'evin önündeki ağacın' solmuş yapraklarıyla sonbahar mevsimini yansıtması, metnin ruhani yapısına katkı sağlar düzeyde. Sahne önüne dizilen gazeteden yapılmış yelkenliler, deniz kenarındaki ev hayalinin somutlaştırılmasına destekçi. Metindeki işlevi sadece sebze soymak olan Kadın'ın ayrıca oya işlemesi, böylece ölen küçük kızlarının gelinlik çağının geldiğine işaret etmesi ve ona hazırlanan bir çeyiz olması durumunu çok beğendim. Salıncak ise duygusal aktarıma yardımcı olma konusunda artı değerde.

Özlem Karabay'ın dekor tasarımı iyi lakin kostüm tasarımı için aynı şeyi söyleyemem. Fonun komple pencere ve perdeye ait olması meselenin büyüklüğü ve başat konumu açısından fevkalade. Eski eşyalar, yaşanmışlığı ve dönemi yansıtmada başarılı. Sahne üzerinden sarkan büyük dantel, Kadın'ın, kızı için düşündüklerine (çeyiz) katkı niteliğinde. Ayrıca "bir evin dıştan görünümü çok önemlidir, o görünüm evin içi hakkında da fikir verir" cümlesinin altını çizmekte ustaca. Standart boyutundan büyük nesneler (fasulye, tepsi, fincan) groteskin getirilerine göre uygun lakin amaçsız. Can simidinin 'kurtarıcı' vasfını / mesajını sevdim. Kostüm tasarımlarında Müfettişler'in aynı kostümü giymeleri elbette doğal ama ajanvari bir kostüm metne aykırı. Metinde tanımlanan Müfettişler: Müşteri ve Komisyoncu. Bence günlük kıyafetlerini giymeleri, hem çiftin aklının daha çok karışmasını, hem de onların kimliklerine daha çabuk inanmalarını kolaylaştıracaktır. Bu vaziyetleri ile Kadın'ın şaşırmaması abes. Kadın'ın ikinci kostümünün oyuna hiçbir getirisi yok. Görüntü, zihindekini bozabilir. (Bozmuş) 

Osman Uzgören'in ışık tasarımı, kilit noktaları vurgulayıcı özellikte olmakla birlikte, dramatik anlar ile komik anların ayrımını yapabilen bir özende. Can Atilla'nın müzikleri oyunun en iyi tarafı. Herkesin birlikte söylediği şarkının, çiftin hayalinin bir parçası olduğu, bestenin ritmi ile net. Başlangıç müziği oyunu 'açıklayıcı' kılan bir görevde. Bu oyunda müzik bir ruh!

Serpil Gül (Kadın), Turgay Kılıç (Müşteri) ve Umut Karadağ'ı (Komisyoncu) sahnede ilk kez izledim. Bir kez daha izlemek için düşünürüm. Levent Şenbay'dan (Adam) ise umduğumu bulamadım. Videodan sorumlu Görsel İletişim ve Tanıtım Birimi çok uğraşmış. Kutlarım! Ayrıca Ankara Devlet Tiyatrosu 'ücretsiz' broşür yayınlamaya başlamış. Örnek olsun! Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim... Ankara beni bu sefer yanılttı. Teftiş raporum olumsuz. Olur böyle... Benim tavsiyem metni alıp okumanız. Öylesi çok daha iyi! 

#MelihCevdetAnday100Yaşında


Notlar;
Oyun 1 saat 15 dakika / Tek perdedir.
Fotoğraflar bana aittir. 
Başıktaki (1) sezon içerisinde izleyeceğim diğer Melih Cevdet oyunları için bir sıralama.

Kaynak;
Oyun metni (Müfettişler) 

Ege KÜÇÜKKİPER




 


















1 yorum:

  1. Şiirsiz tiyatro sanat olmaz...

    Tiyatro, hayata renk katan en ciddî ve en samimî sanatların başında gelir. Tiyatronun, sanat olabilmesi için, öncelikle şiir diline sahip olması gerekir. Şiirsiz tiyatro, yumurtasız omlete benzer. Buradaki şiir, "birebir şiir" anlamına gelmemeli. Tiyatrodaki şiir, salt imgesel değil, imgesel olanın yanında simgeseldir de... Tiyatrodaki zorunlu şiir dilini anlamayanlar, o şiir dilini izleyiciye aktaramaz. Bence, tiyatro, yalnızca dramaturg gözüyle bakıldığında, şiirinin değerini yitirir. Şiirinin değerini yitiren tiyatro, sanat olmaktan çıkıp, yalnızca bir sirk gösterisi, hem de kötü bir sirk gösterisi olur. Tiyatro, yalnızca mizansene tutsak olduğu ân, izleyici salondan kaçmak ister. Ama, "ayıp olmasın" diye azı dişine dek bütün dişlerini sıkarak, oyun bitiminde ayağa fırlayıp, anlamadığı "şey"i avuçlarının içi patlayıncaya dek alkışlar, alkışlar, alkışlar ve sonuç, büyük bir hüzün olarak, sonbahar yapraklarının turuncu renklerine iltica eder!

    Hilmi Bulunmaz

    YanıtlaSil